
1930’lu yılların başında Amerikalı yazar ve tarihçi James T. Adams tarafından ‘Amerikan Rüyası’ tabiri ortaya atıldıktan sonra, Amerika Birleşik Devletleri hızla küresel hegemonik bir güç haline geldi. Tabii ki bu tabir, Amerikan halkı için bir motivasyon kaynağı oldu mu, yoksa bu bir rastlantı mıydı bilinmez fakat ABD, her konuda sahip olduğu gücü dünyanın geri kalanına hissettirmekten geri durmadı. Yine yakın dönemde James Webb teleskobu tarafından uzayın derinliklerine ait ilk tam renkli fotoğrafın çekilmesi sonrasında da ABD Başkanı Joe Biden’ın “Bu fotoğraflar, tüm dünyaya Amerika'nın büyük şeyler yapabileceğini gösterecek…” sözleri dikkati çekiciydi. Kabul etmek gerekir ki ABD, bilim ve teknoloji alanında dünyada lider bir ülke. Ancak aynı başarıyı tarihsel süreçte ekonomik refahın, demokrasinin ve özgürlüğün dünyanın geri kalanına yayılmasında gösteremedi. Hatta tam tersine ekonomik krizleri dünyanın geri kalanına ihraç etti. Hatta son iki çeyrekte yaşanan negatif büyüme süreci ile birlikte yeni bir krizin ayak sesleri de duyulmaya başlandı.
Bugünlerde gündemin en önemli başlıkları arasında, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere dünyadaki pek çok ülkenin içine çekildikleri enflasyon problemi var. Küresel enflasyonist süreç hatta daha da önemlisi bu enflasyonist sürecin arkasındaki dinamiklerin çok iyi biçimde irdelenmesi gerekirken FED, varlık alımlarını Kasım 2021’den itibaren azaltmaya, bu işin paralelinde faizleri de Mart 2022’den itibaren arttırmaya başladı. Elbette parasal sıkılaşma, enflasyonun kontrol altına alınabilmesi için gerekli bir politika. Fakat enflasyonun tek kaynağı (örneğin pandemi sürecinde) açılan para ve kredi muslukları olduğunda.
Geçen yılın Kasım ayında ABD’de tüketici ve üretici enflasyonunda yıllık artış oranı sırasıyla % 6,2 ve % 8,9 iken, Mart 2022’de bu oranlar sırasıyla % 8,5 ve % 11,5 olarak gerçekleşti. Haziran ayında ise tüketici fiyatlarındaki yıllık değişim % 9,1, üretici fiyatlarındaki yıllık değişim ise % 11,3 oldu. Bu süreçte FED faizleri toplamda 225 baz puan arttırdı.
Peki, enflasyon oranları neden yükselmeye devam ediyor? Dikkat edilmesi gereken nokta da tam olarak burası. Eğer fiyatlardaki artışın kaynağı, üretim maliyetlerindeki artış ise sıkı para ve maliye politikaları yoluyla talebi baskılamanın kısa dönemde fiyat hareketleri üzerinde ciddi bir etkisi olmuyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün Koronavirüsü pandemi olarak ilan etmesinden bir ay sonra Brent petrol fiyatları 19,99 $’a kadar gerilerken, bir yıl sonra Mart 2021’de pandeminin etkilerinin kısmen geçmesi ile birlikte 62 $’a yükseldi. Mart 2022’de Ukrayna-Rusya gerilimi ile birlikte Brent petrol 134 $’ı gördü. Benzer şekilde FAO Gıda Fiyat Endeksi de Mart 2020’de 98,1 iken, Mart 2022’de 159,7 olarak gerçekleşti. Basit olarak enerji ve hammadde fiyatlarının yükselmesi üretim maliyetlerini de yukarıya çekiyor. Talep azaltılmaya çalışılınca da yüksek maliyetler nedeniyle fiyatlar yerine üretim miktarı azalıyor. Bu da resesyonu beraberinde getiriyor. Küresel resesyon beklentisi ve ABD’nin teknik olarak resesyona girmesiyle birlikte enerji ve hammadde fiyatlarında kısmi bir gerileme var. Ancak enflasyonun kontrol alınabilmesi için yeterli bir düzeyde değil. Bu çerçevede ABD Başkanı Joe Biden’ın Temmuz ayındaki Suudi Arabistan ziyaretinin bu açıdan da önemli olduğunu belirtmek gerekir. Yine tahıl krizinin çözümü de bir o kadar kritik.
ABD ve Dünya için bundan sonraki süreç, önemli. Dünyanın en büyük ekonomisinde faiz artışlarının sürmesi hem büyüme ve istihdamı, hem de doların değerini etkilemeyi sürdürecek. Dolayısıyla küresel ekonomide de bu durumun olumsuz etkilerini görmeye devam edeceğiz. ABD için daha öncelikli mesele ise Kasım ayındaki ara seçimler. Ara seçimler öncesi hem enflasyonun, hem de durgunluğun devam etmesi Demokratları sıkıntıya sokacak önemli bir mesele. ‘Amerikan Rüyası’ nereye kadar sürer bilinmez ancak Demokratların ve FED’in bu dönemde korkulu rüyalar gördüğü bir gerçek.