
“… aracın arıza yapmasına şaşmamalı, üzerinde Japon malı yazıyor…”
Dünya sinema tarihinin en önemli repliklerinden birisi olan yukarıdaki kısa alıntı, ekonomik gelişmelere de önemli ölçüde ışık tutmasıyla ünlü. Repliğin geçtiği yapım, Robert Zemeckis tarafından yazılan ve yönetilen, daha önce 1985 ve 1989 yıllarında ilk iki filmin sinemaseverlerle buluştuğu Geleceğe Dönüş serisinin 1990 yılında çekilen son filmi.
Filmin başkahramanı olan doktor, 1980’li yılların başında bir zaman makinesi icat eder ve 1985 yılından itibaren filmdeki genç dostuyla beraber zamanda yolculuk yapmaya başlarlar. Son film, zaman makinesinin 1885 yılında bir mağaraya saklanması ve doktorun aynı yıl bir düello sonucunda vurulması üzerine şekillenir. Genç ise kendi yaşadığı dönem olan 1985 yılına dönememiş ve 1955 yılında kalmıştır. Bundan sonra gencin amacı, 1955 yılında doktoru bulmak, yetmiş yıldır mağarada saklanan zaman makinesini tekrar çalışır duruma getirmek ve 1885 yılına geri dönerek doktorun başını beladan kurtarmaktır. 1955 yılında doktoru bulan genç dostu, doktorun bir zaman makinesi icat ettiği ve kendisinin 1985 yılından geldiğini konusunda onu zor ikna etmiş ve mağaraya zaman makinesini bulmak için yola koyulmuşlardır. Yukarıdaki replik de 1955 yılında mağarada araç bulunduktan sonra kullanılmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken husus ise zaman makinesi olan otomobilin 1980’li yılların şartlarına göre en iyisi yani Japon malı olmasıdır.
Peki, 1955 yılında dünyadaki en kötü malları üreten Japonya, 1980’li yıllarda üretim konusunda nasıl zirveyi zorlamaya başladı? Bu bir rastlantı mıydı, yoksa bu süreç bilinçli bir faaliyetin ürünü müydü? Bilindiği gibi Japonya, 2. Dünya Savaşı’nın kaybeden ülkesi. Ülke; bu savaş sonucunda önemli ölçüde fiziki altyapı, sermaye ve insan gücünü kaybetti. Başka toplumlara bağımlı kalmaktansa tekrar ayağa kalkmanın sabır gerektiren ve bir o kadar da riskli yolunu tercih ettiler: ÜRETİM…
Ülkeler arasındaki uluslararası ticareti yönlendiren en önemli teorilerden biri ‘Mukayeseli Üstünlükler Teorisi’dir. Bu teoriye göre; bir ülke, göreceli olarak daha ucuza üretebildiği ürünlerde uzmanlaşmalı, diğer ürünleri ise ithal etmelidir. Bu teoriye göre 1955 yılındaki Japonya; otomobil, bilgisayar, elektronik başta olmak üzere yoğun sermaye ve teknoloji içerikli ürünleri üretemez. Ancak Japonya, kendine özgü avantajları çok iyi kullanarak bu teoriyi çöpe atmış ve 1980’li yıllarda lider ülkeler arasında yer almaya başlamıştır. Bu avantajlar ise; eğitimli bir nüfus, büyümeyi hedefleyen politikalar, etkin bürokrasi, yüksek sermaye girişi ve devletin altyapı, eğitim ve AR-GE’ye ayırmış olduğu ciddi fonlardır. Rakamlar da bize önemli bilgiler sunmaktadır.
1960 yılında Dünya Bankası verilerine göre Japonya’nın kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılası, yalnızca 475 $’dır. Türkiye’de ise bu rakam, aynı dönemde 509 $ ile Japonya’nın üzerindedir. 1981 yılına gelindiğinde Türkiye, kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılasını 1.579 $’a, Japonya ise 10.360 $’a yükseltebilmiştir. 1987 yılında Japonya bu veri dâhilinde ABD’yi dahi yakalamıştır.
Görüldüğü gibi 1960-1980 yılları arasında durağan bir Türkiye ve dinamik bir Japonya’yla karşı karşıyayız. Japonya; eğitimi, bürokrasiyi, devlet müdahalesini, AR-GE’yi çok doğru ve etkin bir biçimde kullanabilmiştir. Önce üretmiş, kalitesiz mallarını ülke içinde kabul ettirmiş, bu malları dünya piyasalarına sunmuş, dünya devleriyle rekabeti hedeflemiş ve zaman içerisinde hem maliyet hem de kalitede zirveyi yakalamıştır.
Bu anlatı, Japonya’nın bir istisna olduğu izlenimi verebilir. Doğu Asya’da Japonya’yla benzer kaderi paylaşan Güney Kore ve Çin’i de örnek verebiliriz. Bu ülkelerin de içsel koşulları ve tecrübeleri farklı olmakla birlikte Japonya’yla aynı sonuca ulaşmaya çok yakınlar. Belki de bu anlatıda 1960 yılında Japonya, Güney Kore ve Çin’den daha yüksek bir kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hâsıla düzeyine sahip olan Türkiye’nin bir istisna olduğu düşünülebilir. Güney Kore, Çin ve Türkiye’nin tarihsel tecrübelerini de sonraki yazıda ele alabiliriz.
Doç. Dr. Ömer Faruk BİÇEN
Balıkesir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
İktisat Bölümü Öğretim Üyesi