USD/TRY ABD DOLARI / TL
Alış    Satış
EUR/TRY EURO / TL
Alış    Satış
GBP/TRY STERLİN / TL
Alış    Satış
GAU/TRY GR ALTIN / TL
Alış    Satış
03 Ekim 2022 Pazartesi 11:20

Her İşin Başı Üretim–2

Her İşin Başı Üretim–2

Bir önceki yazıda, 1960’lı yıllarda düşük bir ekonomik gelişmişlik düzeyine sahip olan, fakat 1980’li yılların başında gelişmiş ülkelerle rekabet edebilir düzeye gelen Japonya’nın hikâyesi üzerinde durulmuştu. Bu, bir ülkeye özgü ve istisnai bir durum olarak değerlendirilebilir. Ancak Güney Kore ve Çin’in hikâyesini öğrenmeden bir karara varmamak gerekiyor. Elbette bu ülkelerin aksi yönünde bir hikâye de Türkiye’ye ait.

Tarih: 16 Mayıs 1961… Güney Kore için oldukça önemli ve Güney Kore mucizesinin bir anlamda temellerinin atıldığı günün tarihi. Bu tarih, yaklaşık bir yıl önce 1960 yılının 27 Mayıs günü Türkiye’de olduğu gibi Güney Kore’de de askeri darbenin gerçekleştiği tarihtir. Ekonomik açıdan geri durumda olan her iki ülkede de darbe süreçlerinin sonrasında ekonomik dönüşüm ve sanayileşme yönünde adımlar atılmaya başlandı. Türkiye 1963 yılında ‘Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’ ile birlikte İthal İkameci sanayileşme politikalarına yönelirken, Güney Kore ise 1950’li yıllarda başlatılan nükleer enerji yatırımlarının yanına 1961 yılından itibaren Beş Yıllık Otomobil Planını devreye almıştır. Kısaca Türkiye ve Güney Kore’nin kalkınma ve sanayileşme çabalarının aynı tarihlerde başladığı söylenebilir.

Bundan sonraki süreçte her iki ülkedeki sanayileşmenin ilk sonuçlarına bakmakta fayda var. 1960 yılında Türkiye ve Güney Kore’de kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasıla büyüklüğü sırasıyla 509 $ ve 158 $’dır. 1980 yılında Türkiye ve Güney Kore’nin kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hâsıla düzeyleri sırasıyla 1.565 $ ve 1.715 $’dır. Görüldüğü gibi tablo, yine Japonya örneğinde olduğu gibi tersine dönüyor. Bu duruma yol açan temel sebep nedir? Cevap aslında basit: ‘Anlayış farkı’…

Türkiye’de ithal ikameci politikalar başlarda makroekonomik gelişme hedefiyle yola çıksa da, netice sadece özel kârlar için firmaların daha fazla korumacılık talebine doğru yönelmeye başlamıştır. Dolayısıyla dışa kapalı ekonomi koşullarında yüksek kârlar nedeniyle firmalar dünya ile rekabet edecek şekilde yönetimsel ve teknolojik dönüşümlere yönelmemiştir. 1980’li yıllara kadar Türkiye; gıda, dokuma ve montaj sanayinin ötesine geçememiş düşük katma değerli bir ekonomiye sahiptir. Güney Kore ise ilk dönemlerden itibaren devlet destekleriyle birlikte dış rekabete önem vermiş, ilk girişimler başarısız olsa da firmalar gerçekleştirdikleri teknolojik dönüşümler sayesinde dünyadaki rakipleriyle rekabet edebilir duruma gelmiştir. Güney Kore; günümüzde otomobil, nükleer enerji, bilgisayar teknolojileri gibi yüksek katma değer üretilebilen alanlarda dünyada hatırı sayılır bir ülke konumunda. Dünyada ciro büyüklüğü açısından ilk 100 firma arasında maalesef bir Türk firması yok, fakat Güney Kore ilk 20 şirket arasında bir şirketle temsil ediliyor.

Tabi ki Çin’i de unutmayalım. Uyuyan dev, 1978 yılından itibaren rota değiştirdi ve 2001 yılındaki Dünya Ticaret Örgütü üyeliği ile birlikte dünyanın en önemli ekonomilerinden biri haline geldi. Çin’in Japonya ve Güney Kore’den farklı olarak dünyanın en kalabalık ülkesi olmasının düşük emek maliyetlerine yol açması gibi bir avantajı söz konusu. Aynı zamanda çok fazla doğrudan yabancı yatırım aldığını da eklemek gerekir. Bunu iyi kullanan Çin, pek çok üründe dünya ihracat piyasalarını ele geçirdi. Bu durum, gayrisafi yurtiçi hâsıla büyüklüğü bakımından dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olmasına da yol açtı. Satın alma gücü paritesi üzerinden ölçülen gayrisafi yurtiçi hâsıla büyüklüğü açısından bakıldığında ise 2016 yılından beri Çin, zirveyi ABD’ye bırakmıyor. Fakat daha fazlası için bu düşük katma değerli ekonomi yapısı, Çin için yeterli değil. Bunu gören Çin, teknoloji yatırımlarına önem vermeye başladı. Küresel ekonomide hammadde ya da düşük teknoloji içeren ve aynı zamanda emek yoğun ürünler ile ekonomik liderlik çok da mümkün değil. Ancak Çin’in teknoloji pazarında ‘Ben de varım’ demesi bir süre önce ABD ile ticaret savaşlarını gündeme getirmişti. Çin, Japonya ve Güney Kore’nin aksine teknolojik ürünlerde piyasaya geç girmiş olsa da 2049 yılında bu alanda tek başına liderliği hedefliyor. Bunun için önemli bir adım da 2025 yılında atılacak. Çin, 2025 yılından itibaren ‘Made in China’ etiketli tüm ürünlerin teknolojisini Çin’de üretmeyi hedefliyor. Bundan böyle bu etiketi gördüğümüz ürünler, büyük ihtimalle yüksek teknoloji içerikli ürünler olacak.

Türkiye için son bir not: Türkiye de son yıllarda teknoloji içerikli üretim konusunda önemli adımlar atıyor. Bu alan her geçen gün gelişen ve değişen bir yapıda olsa da geç kalınmış bir alan değil. Ancak iyi bir planlama yapılması ve önemli markalar oluşturulması önemli.           

Yazarın Diğer Yazıları