
Türkiye, 14 Mayıs tarihinde gerçekleşecek olan seçimlere odaklanmış durumda. Seçimler bir ülkede istikrarlı bir siyasi sürecin en önemli unsurları arasında yer alıyor. Fakat siyasi ortam yalnızca seçmenler, siyasi partiler, seçim gibi faktörler açısından düşünülmemelidir. Siyasi süreci analiz ederken bu sürece bir ülkedeki bürokratik yapı, sendikalar, sermaye grupları, sivil toplum gibi daha geniş kitlelerin de dahil edilmesi şart. Kısaca siyasi yapı üzerinde etki doğurabilecek tüm paydaşlar bu yapının içerisinde doğrudan ve dolaylı olarak yer alıyor. D. Acemoğlu ve J. Robinson’un makalelerinde[1] yer verildiği gibi siyasi güç iki türlüdür: Hukuki (de jure) ve Fiili (de facto) siyasi güç. Hukuki siyasi güç, meşru seçimlere girip seçmenlerden iktidar görevi alan partiler/kişilerdir. Fiili siyasi güç ise bu siyasi gücü seçmenden almayan, fakat tarihsel olarak kendisini siyasi bir güç olarak topluma kabul ettirmiş olan gruplardır. Her iki siyasi gücün faaliyetleriyle yönlendirilen siyasi süreç ekonomik gelişmeleri etkilediği gibi, ekonomik gelişmelerden de etkilenir. Özellikle son dönemde ekonomi ile ilgili tartışmalar hukuki siyasi güç ekseni üzerinden yapılırken, göz ardı edilen fiili siyasi güç ekseninin de ekonomik gelişmeler üzerinde ciddi etkileri olabilmektedir.
Elbette bir toplumu oluşturan birey ve/veya birey gruplarının siyasi gelişmelere yönelik algılarının ölçülebilmesi önemlidir. Bu kapsamda Dünya Bankası tarafından 1996 yılından itibaren öncelikle iki yılda bir, 2002 yılından itibaren de yılda bir olmak üzere yayınlanan Dünya Yönetişim Göstergeleri içerisinde yer alan Politik İstikrar Endeksi bu amaca ciddi ölçüde hizmet ediyor. Endeksin tam olarak ismi “politik istikrar ve şiddetin/terörün yokluğu”. Dünya Yönetişim Göstergeleri Politik istikrar endeksinin haricinde ülkelerin kurumsal kaliteleri ve kurumsal kalitedeki değişimleri ölçebilmek amacıyla beş farklı endeks daha yayınlamaktadır. Bunlar sırasıyla; yolsuzluğun kontrolü, hükümet etkinliği, düzenleyici kalite, hukuk kuralları ile fikir belirtme ve hesap verebilirlik endeksleridir.
Konu itibariyle üzerinde durulan politik istikrar endeksi temel olarak, toplumun politik istikrarsızlık ve/veya terörizm dahil olmak üzere siyasi saikli şiddet olasılığına ilişkin algılarını ölçmeye çalışır. Daha geniş ölçekte bakıldığında; rejim değişimi, meşru ve meşru olmayan yollarla sık sık gerçekleşen hükümet değişiklikleri, toplumsal şiddet olayları, protestolar, terör, askeri darbe, iç savaş, politik suikastler, ekonomik ve finansal krizler, siyasi kutuplaşma, yolsuzluk, etnik bölünme gibi durumlar politik istikrarsızlığın sebeplerini oluşturmaktadır.
Ele alınan sebeplere bağlı olarak politik istikrarsızlığın olduğu bir ülkede, ekonomik faaliyetler de olumsuz etkilenmektedir. Çünkü ekonomik aktörler öncelikle geleceğe yönelik belirsizliklerin olmadığı bir ortamda faaliyetlerini aktif biçimde sürdürebileceklerdir. Diğer taraftan yabancı yatırımcılar açısından düşünüldüğünde; sürekli seçimlerin yapıldığı, hükümetin kurulamadığı, darbe tehditlerinin yaşandığı, toplumsal eylemlerin şiddet ve terörizme evrildiği, etnik bölünmüşlüklere zemin hazırlandığı bir ortamda yabancı yatırımcılar da böyle bir ülkede yatırım yapmak istemeyeceklerdir.
Yakın bir dönemde başarısız bir darbe girişimiyle karşı karşıya kalmış olan Türkiye’de de, ekonomik süreç bu durumdan olumsuz biçimde etkilenmiştir. Türkiye için son 20 yıldaki politik istikrara yönelik gelişmeler önümüzdeki ay detaylandırılacak olup, 14 Mayıs seçimlerinin ülkemiz için güzel sonuçlar getirmesini ve Türkiye’nin ulusal ve uluslararası kazanımlarını daha da arttırmaya yarayacak fırsatlara imkan sağlamasını diliyorum.
[1] Acemoglu, D. and Robinson, J. (2008), The Role of Institutions in Growth and Development, The International Bank for Reconstruction and Development / The World Bank on Behalf of the Commission on Growth and Development, Working Paper No. 10.